Pek çok gencin, Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Didem Madak’ı ilk kez bu sahneyle duymuş olması maalesef üzücü… Zira Didem Madak, adına sempozyumlar düzenlenen, hakkında tezler yazılan ve Türk Edebiyatı’nın kadın şairleri arasında çok önemli yere sahip olan bir değerimiz…
Dizelerinin özünü hayatın ta kendisinin oluşturduğu Didem Madak’tan bahsedeceğiz sizlere…
“Sabahleyin yanımda her tarafına bir şeyler yazılmış kağıtlar buluyorum. Okuyor ve bazı satırların üzerini çiziyor, temiz bir kağıda yeniden yazıyorum. Sonra hemen bir dergiye postalamaya çalışıyorum, çünkü aksi halde genelde kaybediyorum şiirleri. Zaten masa başı çalışması yapmaya, üzerinde uğraşmaya koşullarım ve yaşam tarzım da pek izin vermedi bu güne kadar.”
Didem Madak, 8 Nisan 1970 yılında öğretmen bir anne-babanın ilk kızı olarak İzmir’de dünyaya geldi. Füsun ve Yusuf çiftinin ilk çocuğu, 6 yaşına geldiğinde Işıl’ın doğumu ile abla oldu. Anne ve babası öğretmen olduğu için çocukluğunun büyük bir kısmını Amasya ve Burdur’da geçirdi.
1983 yılında, annesini beyin kanseri sebebiyle kaybetti. Didem henüz 13 yaşındaydı ve bu kayıp onun eserlerine de yansıyacak olan ilk travmaya neden oldu.
Annesi, Didem Madak’ın edebiyatla tanışmasını sağlayan kişiydi. Füsun Hanım’ın birçok şairin şiirlerinin olduğu bir defteri vardı ve Didem Madak da şiir sevgisi dolu bir annenin kızı olarak şiirle tanışmıştı.
Didem Madak, Varlık Dergisi’nde Müjde Bilir ile yaptığı röportajda kendisini şu şekilde ifade etmişti:
“Hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler.”
Şiirlerinden de hissedilebileceği gibi yaşamı boyunca her zaman bir parçası eksik hisseden Didem Madak, bu özlemini baba figürüne yüklemiş ve dizelerinde sıklıkla annesine olan bağlılığını vurguladı. Zihnindeki ruhen yaralı o kız çocuğunun kadınlığa geçişi ve sonrasında da ağır basan küskünlüğü yine baba serzenişleriyle yansıttı. Annesinin ölümünden kısa bir süre sonra yeniden evlenen babasının, bu kalp kırığındaki kesiği şüphesiz çok büyüktü…
Üniversite sınavına girdiği ilk yıl Ege Üniversitesi Biyoloji Bölümünü kazandı ancak okulu bıraktı. Daha sonra tekrar sınavlara hazırlandı, bu kez Dokuz Eylül Üniversitenin hukuk fakültesine girdi.. Birinci sınıfa kadar devam ettiyse de bu kez babasıyla olan ilişkisinin bozulmasından dolayı kaydını dondurdu. Henüz on dokuz yaşındayken ilk evliliğini yaparak evi terk etti.
Yaklaşık dört sene evli kaldıktan sonra boşandı ve yarım bıraktığı hukuk eğitimini 2000 yılında tamamladı.
Şubat 2001 yılında Bora Aras’a verdiği röportajda Madak, şunları söylemişti:
“Neyi okuyup neyi okumayacağım sorununu önce her şeyi okuyarak çözmeye çalıştım. Baktım ki olmuyor hiçbir şey okumamaya karar verdim.
Şaka bir yana beni edebiyatla tanıştıran annemdir. Birçok güzel çocuk romanı okudum, bu yüzden mutluluk dendiğinde hep o günleri ve o çocuk romanlarını hatırlarım. “
“Annemin ölümünden sonra terkedilmiş ve yalnız günler başladı. Kütüphaneden eve taşıdığım kitapları okuyarak geçen uzun yaz günleri… O dönem hep o pembe boyalı kütüphanede memure olmayı düşlerdim. O günleri hatırlayınca hep Edip Cansever´in şu dizesi gelir aklıma: “Bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi.”
“Hayatın elini beline koymuş sinirli bir üvey anne gibi bizi azarladığını ve kardeşimle el ele tutuşup hayallerden balkonumuza sığındığımızı hatırlıyorum. Sonra evden kaçışım, dört sene süren mutsuz bir evlilik. Zaten mutsuz bir evlilikten herkes bir şair olarak çıkabilir, işten bile değil. “
“Şiirimin gizli öznesi değilim, orda beni bulmak çok kolay. Bu nedenle şiirimin okuduklarımdan ziyade hayatımdan, yaşadıklarımdan beslendiğini düşünüyorum. Sonra bir bodrum katında geçirdiğim o “buhranlı” günler. Rahatça bir Dostoyevski romanına kahraman olabilirdim. Şiirimin rutubetle ve karanlıkla beslendiğini söyleyebilirim.
Kız kardeşimle “Çocuk ve Allah´tan” sayfa çekip birbirimize okuduğumuz ve domates peynir ekmek yediğimiz o güzel günlerden, kedilerden, İzmir´den…Obur bir şiirim var, hayatımı yiyor durmadan.”
“Benim şiirimi şiir yapan şey hatalarım, kusurlarım ve beceriksizliğimdir.”
Didem Madak 2002 yılında İstanbul’a taşındı ve ölene kadar burada yaşadı. İstanbul’a taşınma nedeni maddi sıkıntılar değil, babası ile yaşadığı sorunlar ve boyun eğmeyerek dik durmasıydı. İstanbul Eczacılar Odasının avukatlığını yapmaya başlayan Didem Madak, bir yandan da şiir çalışmalarına devam etti. 2006 yılında, ikinci evliliğini Timur Çelik ile yaptı. Bu evlilikten doğan kızına annesinin adını verdi: Füsun…
2010 yılında kolon kanserine yakalandı ve 23 Temmuz 2011 tarihinde hayatını kaybetti. Ardında, kalbi kırık bir kız çocuğunun anneliğe giden 41 yıllık öyküsünü betimlediği, en çok da annesini özlediği dizelerinin yer aldığı “Pulbiber Mahallesi”, “Grapon Kağıtları” ve “Ah’lar Ağacı” adlı üç şiir kitabı bıraktı.
Gözde S. Kadıoğlu