Ne Şampiyonlar Ligi yorgunluğu.
Ne motivasyon yokluğu..
Ne fikstür sıkışıklığı.
Geçiniz.
Galatasaray belli ki, Pendikspor’u çantada keklik görmüştü.
Öyle ya. Pendikspor’un eti ne, budu ne.
Ligde tutunmaya çalışan, geçen hafta Başakşehir’den 4 yiyen güçsüz, mutevazi bir ekip.
“Nasıl olsa bu maçı alırım.”
Eminim Galatasaray bu anlayışla sahaya çıktı.
Öyle bir ilk yarı oynadı ki, üç gün önce Manchester United’a karşı kora mücadele eden takım sanki bu takım değildi.
O önde basan, sıkı markaj yapan, sürekli rakip kaleye yüklenen Galatasaray’ın yerinde yeller esiyordu.
Oyunda üstünlük sağlayamadılar.
Pozisyon üretemediler.
Süreklilik sağlayamadılar.
Yıldızları yaratıcılıktan uzaktı.
Düşünün. Galatasaray’ın boşa giden koskoca ilk yarıda tek isabetli şutu 35.dakikada Tete’ninkiydi.
Gerisi al gülüm, ver gülüm.
Maç öncesi bu rehavet taraftara da yansımış olacak ki, kendilerine ayrılan tribünde boşluklar vardı.
Futbolun gerçeği; hiçbir maç formayla kazanılmıyor.
Karşındaki rakip kim olursa olsun önce saygı duyacaksın, sonra ter döküp yüreğini sahaya koyacaksın.
Okan Burak bu amaçla ikinci yarıya Mertens ve Barış Alper’i oyuna alarak başladı.
Ancak Galatasaray yine canlanmadı.
Bu kez forveti güçlendirmek için orta alandan Oliveria’yı çıkarıp, Bakambua’yu oyuna aldı.
Bakambu oyuna girdikten 5 dakika sonra Mertens’in kaleciden dönen şutunu iyi takip etti ve golü attı.
Ama bu gol bile sahaya heyecan getirmedi.
Maçı renklendiren 82. dakikada Ziyech’in attığı harika gol oldu.
Ceza alanı dışından öyle sert vurdu ki, futbolseverler nihayet futbolun bir güzelliğine tanık oldu.
Galatasaray çok kötü oynamasına rağmen maçı 2-0 kazanmayı başardı.
Evet büyük takım kötü oynadığında kazanan takımdır.
Ama bu süper kadronun bu kadar kötü oynamaya hakkı yok.
Hukukta yeri olsa, Ziyech’in o muhteşem golü olmasa 90 dakikamı çaldı diye Galatasaray’ı mahkemeye verirdim.